|
|
 |
|
Şiirler |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Anam Gelir
Sakalıma kır düştü,
Söylemeyin anama.
Üzülürde ağlar,
Ağlar sonra, bilirim.
Hepsi hepsi üç tane
Üç tel ne ki sakalda
Üzüldüğüne değmez,
Değmez sonra bilirim.
Gözlerime bir baksın,
Bir baksın anam şöyle.
Derdi gözümden okur,
Okur sonra bilirim
Yine İstanbul anlatırım,
Anlatırım neşeyle.
Neşemde hüzün bulur,
Bulur sonra, bilirim.
Ana bir şey yok derim,
Sen dua et gizlice.
Anam hep dua eder,
Eder sonra bilirim.
Ölüm haberim gelir
Bir gün bir gazetede.
Peşimden anam gelir,
Hemen gelir, bilirim. |
|
Bedirhan Gökçe
|
|
Ayasofya Garipti
Dolaştım İstanbul'u sabaha karşı
Aşiyan, Eyüp Sultan, Kapalıçarşı
İçimdeki hüzünle durdum önünde,
Ayasofya garipti, ben ağlamaklı.
Şimdi Eyüp'teyim ben, sabah namazı
Hiçbir yerde bulamam burdaki hazzı.
İndim Sultan Ahmet'e bir hüzün sardı,
Ayasofya garipti, ben ağlamaklı.
Gözlerim kan çanağı, çıktım dışarı,
Caminin tam önünde simitçi hacı.
Kan kırmızı o çayda yine o vardı,
Ayasofya garipti, ben ağlamaklı... |
|
Bedirhan Gökçe
|
SES-Resim) SOL YANIM ACIYOR - Bedirhan GÖKÇE
Merhaba anne,
Yine ben geldim.
Merak etme okuldan çıktım da geldim.
Anneler de babalar gibi merak eder mi bilmiyorum ama
Ali, 'Okula gitmezsem annem çok kızar, merak eder.'
demişti de onun için söylüyorum.
Geçen hafta öğretmen, sağ elimde sarımsak, sol elimde
soğan dedirte dedirte öğretti sağımı solumu.
Ben biliyorum artık anne, sağım neresi, solum neresi
Ağrıyan yanımın neresi olduğunu.
Şimdi iyi biliyorum anne.
Hani geçen geldiğimde:
Şuram acıyor işte, şuram demiştim de
Bir türlü söyleyememiştim ya acıyan yanımı anne
Bak şimdi söylüyorum. Şuram işte,
Sol yanım çok acıyor anne.
Hem de her gün acıyor anne her gün.
Dün sabah annesi Ayşe'nin saçlarını örmüştü.
Elinden tutup okula getirdi.
Yakası da danteldi.
Zil çalınca öptü, hadi yavrum sınıfa dedi.
Ben de ağladım,
Ağladım hiç de utanmadım.
Öğretmen ne oldu dedi?
Düştüm, dizim çok acıyor dedim.
Yalan söyledim anne.
Dizim acımıyordu ama sol yanım çok acıyordu anne.
Bugün ben de saçım örülsün istedim.
Babam ördü ama onunki gibi olmadı.
Dantel yaka istedim.
Babam; 'Ben bilmem ki kızım.' dedi.
Bari okula sen götür dedim.
'Kızım, iş...' dedi.
Ben de bana ne dedim, ağladım.
'Kızım, ekmek' dedi babam.
Sustum ama okula giderken yine ağladım anne.
Ha, bi de sol yanım yine çok acıdı anne.
Herkesin çorapları bembeyaz,
benimkiler gri gibi.
Zeynep, 'Annem, beyazlara renkli çamaşır
katmadan yıkıyormuş' dedi.
Babam hepsini birlikte yıkıyor.
Babam çamaşır yıkamasını bilmiyor mu anne?
Uffff, babam, her gün domates
peynir koyuyor beslenmeme.
Üzülmesin diye söylemiyorum ama
Arkadaşlarım her gün kurabiye,
börek, pasta getiriyor.
Biliyorum babam pasta yapmasını
bilmez anne.
Hava kararıyor, ben gideyim anne.
Babam bilmiyor kaçıp kaçıp sana geldiğimi.
Duyarsa kızmaz ama çok üzülür biliyorum.
Kim bozuyor toprağını,
Çiçeklerini kim koparıyor?
İzin verme anne,
Ne olur toprağına el sürdürme!
Eve gidince aklıma geliyor bi de
bunun için ağlıyorum anne.
Bak, kavanoz yanımda,
toprağından bir avuç daha alayım.
Biliyor musun anne?
Her gelişimde aldığım topraklarını
Şu kavanozda biriktirdim.
Üzerine de resmini yapıştırıp
başucuma koydum.
Her sabah onu öpüyor kokluyorum.
Kimseye söyleme ama anne
Bazen de konuşuyorum onunla.
Ne yapayım seni çok özlüyorum
anne.
Ha unutmadan,
Öğretmen yarın anneyi anlatan
bir yazı yazacaksınız dedi.
Ben babama yazdıracağım.
Öğretmen anlarsa çok kızar ama
bana ne kızarsa kızsın.
Ben seni hiç görmedim ki neyi,
nasıl anlatacağım anne.
Senin adın geçince sol yanım
acıyor anne.
Hiç bir şey yutamıyorum.
Bazen de dayanamayıp ağlıyorum.
Kağıda da böyle yazamam ya anne.
Ben gidiyorum anne,
Toprağını öpeyim, sen de rüyama gel beni öp.
Mutlaka gel anne,
Sen rüyama gelmeyince
Sol yanımın acısıyla uyanıyorum anne.
Sol yanım acıyor anne.
İşte tam şurası,
Sol yanım çok acıyor anne.
Seni çok özledim anne, çooook...
Şiir : Ayla AYDEMİR
Yorum : Aysun ASAR
Kayıt : TGRT FM |
|
Dilin Yalan Söylüyor
Tohumdun yüreğimde fidan oldun büyüdün,
Ağaç idin bağımda, çınar oldun yürüdün.
Nasıl söküldün öyle, çatır çatır içimden,
Köklerin yüreğimde kan revan oldu birden.
Çalı çırpı bıraktın giderken yüreğimde,
Hepsi bir kıymık gibi beynimin her yerinde.
Dilin ne derse desin, gözün öyle demiyor,
Seni sevmedim derken, dilin yalan söylüyor.
Burası Ulus parkı, karşımız Anadolu,
Gönlümün öbür yanı ondan böyle sır dolu.
Yalnızım bu şehirde, hem de yapayanlızım,
Boğuluyorum gitme, şair olur bir yanım.
Yok böyle demiştim ben, yanlış anladım hemen,
Bunun hepsi hikaye, baştan komiğiz zaten.
Kendimizi kandırdık, kargalar güler buna,
Birde ciddiye aldık, karganın papuç damda.
Bu koca alemde biz, varla yok arasıyız,
Olmasak da olurdu, varsak yaşamalıyız.
Olmayacak duaya amin demeyelim biz,
Herkes kendi yoluna biz hep böyle gideriz... |
|
Bedirhan Gökçe
|
Eski Bir Sancı
Eski bir sevdayı anlatır,
Çalan her şarkı.
Her nağmede gizlidir,
Eski bir sancı.
Bazen hüzzamdır sessiz,
Hüzünlüdür eskiden.
Bazen sabadır sensiz,
Mistik ve de derinden.
Sen ki hasret yüklü gemide,
Yanımdayken özlemim.
Sen ki özlem yüklü sevdada,
Yurt yurt gezindiğimsin.
Ne sen bil bunu,
Nede ben söyleyeyim.
Aşık maşuktan ayrı,
Acı çeker bilirim... |
|
Bedirhan Gökçe
|
Eylül
Memleket havalarından bir haber ver,
Eylül yağmuru nasıl düşer toprağa?
Kemah’ın kapalı dar yollarında
Hangi kuş hatıra çizdi dal uçlarına?
Yanıp sönen mavi ışıklarla kaybolan Yusuf
Geri döndü mü yurduna?
Ya Viranşehirli Yakup, Çaykaralı Musa?
Onlarda döndü mü yurduna? ...
Hani sen;
Aşkı bir üveyikten satın almıştın Sadri.
Ne oldu ona?
Bıçak kesmez oldu ağzını...
Susar oldun, yazmaz oldun daha...
Oysa yüreğimizi koymuştuk ortaya.
Hani, taşırdı be usta!
Bak yine bir Eylül havası var Sadri,
İkibin’e doğru 97 Mart’ında.
O gün doğan İsmail bugün delikanlı çağında
İlkbaharda sonbahar, bu nedir usta?
Maltepe cigarasının adı mı var bugün?
Üç bardak çayın hatırımı kaldı?
Tornacının yanında çıraktı dayın,
O günlerden yüzünde eser mi kaldı?
Gel yine bir gurbet türküsü uçuralım.
Munzur’dan İstanbul’a
Fırat’ın suyundan bulgur aşına
Serin göze başından Eylül ayına.
Üç gurbet türküsü tutturalım
Dostluk adına...
Bilirsin sende de bende de
Eylül’ün acı bir tadı vardı.
Şiire Eylül dediysek
Elbet;
Bir maksadı vardı.
Elbet |
|
Bedirhan Gökçe
|
Gamzelerim
Ben hüzünlerle sevdim şiirleri
Ben hüzünlerle büyüttüm kendimi
Küçükken gamzelerim vardı benim
Büyüdükçe hüzne sattım hepsini... |
|
Bedirhan Gökçe
|
|
Gitme
Gideceğim diyorsun
Gitme be Ali gitme.
Bu gidiş bitirir tüketir seni,
Hırsla kalkan zararla oturur Ali.
Gel lanet et şeytana gitme,
Gitme be ali
Biz sahil kahvelerin
Romantik havasıyla,
Otantik havasıyla sevdik.
Tavşan kanı çayı,
Titreyen elleriyle sunan
İhtiyar balıkçının
Gülümseyen yüzüyle sevdik.
Sen gideceğim diyorsun,
Gitme be Ali,
Hayallerimiz var,
Geleceğimiz var,
Dualarımız var.
O kızı alacağız Ali,
Hem de istediğin
Bir “ebruli akşamda”,
Sarı saçlarına Ankara’yı takıp
Ver elini İstanbul...
Yine gideceğiz
O sahil kahvesine.
Tavşan kanında çay,
Yosun tadında köy.
Çaydanlıkta demimiz muhabbet,
Şekerimiz sohbetin olacak.
Sonra ijtiyar balıkçı gelecek,
Oturtup ihtiyarı, ona çay ikram edeceğiz.
Ardından uzaklara dalacak gözleri,
Ve hazin hikayesini anlatacak.
Kim bilir belki de
Hikayesi sana benzeyecek,
Sonu “yanlıştı” diye bilecek...
Gitme be Ali gitme.
Bak bana şiir yazdırdın.
Gel yine hayallere dalalım,
Düşüp sokaklara, sürüyelim Ankara’yı.
Tamam mı Ali, tamam mı?
At şu paltoyu,
Çaylar iki oldu Kerim!
Çaylar iki oldu.
Çankaya 1996 |
|
Bedirhan Gökçe
|
Kar
Nasıl kar yağdı bugün, gece sabaha karşı,
Ortalık bembeyazdı, sanki bir gelin gibi.
Tane tane döküldü, göklerin sevda marşı,
Günahtan arındırdı, tüm günahkar yüzleri...
Yüzünde güller açtı kar yağınca herkezin,
İlk kez böyle günahsız, ilk kez böyle neşeli.
Çocuklar gibi gülşen, çocuklar gibi şen
Gökten armağan gibi döküldü her tanesi...
Sokak lambalarından, süzüldü tane tane
Usul usul indiler bir birine değmeden.
Melekler indirirmiş her bir kar tanesi,
Annem öyle derdi de inanmazdım küçükken.
Bir iken bin oldular, on binlere karıştı,
Çoğaldı da yerden bir karış açtı.
İnsanlar döküldüler yollara birer birer,
Değen her ayak izi bir günah gibi kaldı...
Allah kar gibi yağdı kullarının üstüne,
Temizledi akladı, bembeyaz bir kuş gibi.
Her birimiz yıkandı, katran katran üstüne,
Bakamaz olmuştuk biz aynalara gün gibi.
İnsanlar kötü artık, zaman hiç değişmedi,
Geçen zaman ne yapsın, biz ettik kendimize.
Bu karda yağmasaydı halimiz ne olurdu?
Allah yine acıdı, bak yetişti bizlere...
Kar da bembeyaz yağar, anamızın sütü de
Gelinlik de beyazdır, giydiğimiz kefen de,
Birinde ağlarız biz diğerinde güleriz,
Beyazdan ak beyazı, buyurun sıyırın işte... |
|
Bedirhan Gökçe
|
|
|
Küfrüm Edebimi Aştı Bu Gece
Sen benim gözümde bir hiçsin artık,
Nefretim aşkımı aştı bu gece
Bugün ki sözlerin söz müydü artık
Son sözün sabrımı aştı bu gece
Kolayca bitsin bu diyemedin de
Salladın savurdun basiretsizce
Hiç mi ders almadın onca gezdik de
Yağmurun rahmeti aştı bu gece
Yürümeyen neydi,ilişkimiz mi?
Günüm sensiz bomboş deyişimiz mi?
Sensiz yaşayamam çelişkimiz mi?
Yalanın doğrunu aştı bu gece
Evlenmek hayali kapımda idi
Giriş kat evimin boyası yeni
Mobilyan,takımın, alınmış idi
Vuslatım tadını aştı bu gece
Yemedim yedirdim ne varsa sana
Üç kuruşum olsa verirdim daha
Memurdum yoksuldum hatırlasana
Hafızam haddini aştı bu gece
Ayakların donmuş,üşümüştün de
Gece yatamamış üzülmüştüm de
Bir ay oruç tutup yememiştim de
O çizmen boyunu aştı bu gece
Yapılan söylenmez, gelmezmiş dile
Allahtan beklenir kul bilmese de
Kızgınlığım buna, sebep ise de
Sabrım miadını aştı bu gece
Onca gez toz benle,seviyorum de
Sonra git nişanlan bir de ona de
Şerefsizlik değil, nedir bu söyle
Küfrüm edebimi aştı bu gece
Sana son bir sözüm, nasihatım var
Aldığım ahlakla bir terbiyem var
Seni doğurana ana deyip geçmek var
Saygım adabımı tuttu bu gece
Gönlümün romanı bitti bu gece
Hangisine yansam şimdi gün gece
Ömrümden beş yıl gitti bu gece |
|
Bedirhan Gökçe
|
|
Oyun
Bildik bir oyundu bu oynadığımız,
Bir daha da oynamak istemiyorum.
Kazanan ben olsam da her oyun sonu,
Bin kez ebe sen olsan istemiyorum...
Bir yanı yitik hep her yanımızın,
Gözlerimiz bile bak, yalan söylüyor.
Rengi aynı olsa da her damlamızın
Kanımda tek kırmızı istemiyorum...
Miskette senin olsun, toplarda, ip de
Hem bizim mahalleli değilsin artık.
Oyuncaklar da sende, git oyna işte,
Ben seninle oynamak istemiyorum...
Oyundaki kuralı bilmiyormuşum.
İlk defa oynamıştım, nerden bileyim?
Bir daha deneyecek güçüm yok artık,
Çek git artık buradan istemiyorum...
Bir gün bizde büyürüz, süt içmeyiz ki
Bir kere ağzı yanan yoğurdu netsin?
Sapan taşları bir bir gönlümü deldi,
Hayata küsmüşüm ben oyunu batsın.
Artık ben oyunları hiç sevmiyorum,
Kimseyle de oynamak istemiyorum... |
|
Bedirhan Gökçe
|
|
Türkü Gözlüm
Kar yağıyor türkü gözlüm
Kar yağıyor buralara.
Uzun hava ağıt gibi,
Dökülüyor bulvarlara.
Sen de gittin buralardan,
Böyle bir karlı havada.
Okul bittikten sonra 95'in yılbaşında,
Gelmiş özlemiştin beni,
Sarılmıştın hıçkırıkla,
Kar yağarken dilek tutmuş,
Kar yemiştin avucumda.
Nasıl gittin türkü gözlüm,
Mahzun kaldım buralarda.
Gülüşlerimiz geliyor,
Ağlıyorum buralarda.
Sen bir öğretmensin şimdi,
657 devlet memuru.
Kıt kanaat geçinirsin,
Seni beklediğim gibi,
Beklersin ay sonunu.
Belki de evlisin şimdi,
Bunca yıl geçti aradan.
Sen beni unuttun belli,
Türkü gözlüm çık hatrımdan.
Oralara da kar yağar mı,
Güneş çıkar mı ardından?
Saçaklardan su damlar mı,
Su girer mi papucundan?
Yokluk kötü türkü gözlüm,
Yokluğun çıkmaz aklımdan.
Varlık güzel türkü gözlüm,
Varlığın yitti yanımdan.
Okulun bittiği yıl tayinin çıktı doğuya.
Belki yazarsın diye,
Bir kalem almıştım sana.
O kalemle mektup yazmış,
O kalemle ağlamıştın.
Ama o son mektubunda,
Sen ne kadar değişmiştin...
Sözlerin de değişmişti...
Değiştiğin belliydi ki,
Kalemin de değişmişti...
Ah benim türkü gözlüm
Ne oldu birden sana?
And içmiştik gündüz gece,
And içmiştik kopmamaya.
Hacı Bayram'da dua ettik,
Ayırmasın Allah diye...
Bir fakire para verdik,
Belki dua eder diye...
Fakir mi dua etmedi,
Sen mi yalancı çıktın?
O fakiri göremedim,
Gelmedi namaz vakti.
Çok oturdum musallada,
Her tabutta kendim vardım,
Dua ettim ardım sıra...
Şimdi en arabesk duygularla
Dudağımda o türkü,
Yürüyorum bulvarlarda...
Ellerim üşürken hep
Ellerin gelir aklıma.
Yüreğim ağlıyor şimdi,
Yanıyorum buralarda...
Kar yağarken hazin hazin,
Ölüyorum türkü gözlüm,
Ölüyorum buralarda... |
|
Bedirhan Gökçe
|
|
|
Ucuz İnsanlar
İnsanlar da parsellenmiş arsalar gibi
Duygular bölük bölük, his parça parça.
Bakışları andırır gerçek dost gibi
Yürekler sönük sönük, sis dalga dalga.
Şerefin böylesi ucuz gittiği,
Yüreğin böylesine teslim dediği.
Kulun kula acz ile ram ettiğini
Ne yazık ki burada sizinle gördüm.
Eskiden şeref için ölenler vardı,
Gurur onur şahsiyetin anlamı vardı.
Gerçekleri haykırmak yiğit şanıydı,
Bugün eskiden demek ne kadar acı.
Birleşmiş üçü beşi birlik olmuşlar,
Sükut ikrardan diye suskun kalmışlar.
Cemaziyelevvel malum ya bize
Ucuz ihanete ortak olmuşlar.
Benim adım Bedirhan bilenler bilir,
Benim özüm de bir sözlerim de bir.
Yalan söylüyorsam söyleyin bir bir,
Doğru diyorsanız söyleyin hep bir.
İsim isim yazmak bana yakışmaz,
Teşhir etmem ise yakışık almaz.
Dost oldum herdem dost bulamadım,
Ulan çek git derim size yakışmaz
ANKARA 1996 |
|
Bedirhan Gökçe
|
Yarım Şiir
Sana yazdığım şiir yarım kalacak
Boynu bükük kalacak tüm sözcüklerim.
Sana olan sevgimi kalem duyacak,
Kağıt da bilmeyecek canım sevdiğim... |
|
Bedirhan Gökçe
|
adimla nasil berabersem
hacet yok hatirlatmasina seni hatiralarin
bir dakika bile cikmiyorsun aklimdan
kosar gibi yuruyusun
karanlikta bir isik gibi aydinlik gulusun
hacet yok hatirlatmasina seni hatiralarin
uzak uzak yildizlarla cevrilmis kainatin
karanlik bosluklarinda akip giderken zaman
adimla nasil berabersem oylece beraberiz
seninle her saat seninle her dakika seninle her saniye
gonlumuz mutluluga inanmis olmanin gururuyla rahat
koltugumuzun altinda birer dinamit gibi kellemiz
ve sonra her zaman her olumuyle
ayni sartlar altinda kismet olmiyan
gercekleri gormenin aydinligi alinlarimizda
hacet yok hatirlatmasina seni hatiralarin
sen bana kalbim kadar elim kadar yakinsin.
atilla ilhanağustos çıkmazı
Beni koyup koyup gitme, n'olursun
Durdugun yerde dur
Kendini martilarla bir tutma
Senin kanatlarin yok
Dusersin yorulursun
Beni koyup koyup gitme, n'olursun
Bir deniz kiyisinda otur
Gemiler sensiz gitsin birak
Herkes gibi yasasana sen
Isine gucune baksana
Evlenirsin, cocugun olur
Beni koyup koyup gitme, n'olursun
atilla ilhanadım sonbahar
Nasıl iş bu
her yanına çiçek yağmış
erik ağacının
ışık içinde yüzüyor
neresinden baksan
gözlerin kamaşır.
Oysa ben aksam olmuşum
yapraklarım dökülüyor
usul usul
adım sonbahar.
(Ayrılık Sevdaya Dâhil,1993)
atilla ilhanağır kan kaybı
Biz yalnızlıktan doğduk o dağdağalı sudan
Biz yani; erdoğan, ayşenur, ali ve ahmet
Birkaç litre kan, bir hayli kemik, epeyce korku
Sanki bir tesbih koptu, tane tane savrulduk
Köy köy, bucak bucak, memleket memleket
Yani afyon, adilcevaz, akçadağ, turgutlu
Birkaç litre kan, bir hayli kemik, epeyce korku
Buzlu mehtap, alçakça kesmişti yolumuzu
Bütün kapılardan açıkça kovulmuştuk
Silahımız avcumuza yapışmıştı soğuktan
Biz yani; erdoğan, ayşenur, ali ve ahmet
Birkaç litre kan, bir hayli kemik, epeyce korku
Kestiremedik ne yaptığımızı, kim olduğumuzu
Sanki bir tesbih koptu, tane tane savrulduk
Köy köy, bucak bucak, memleket memleket
Yani afyon, adilcevaz, akçadağ, turgutlu
Birkaç litre kan, bir hayli kemik, epeyce korku
Ne kadar korkmuştuk, elimizden tutmadılar
Doğrudur kendi içimizde daraldığımız
Kim neyi savundu bilinmez, nereye kadar
Biz yani; erdoğan, ayşenur, ali ve ahmet
Başka bir yalnızlıkta boğulduk havasızlıktan
Sanki bir tesbih koptu, tane tane savrulduk
Köy köy, bucak bucak, memleket memleket
Ne solculuğumuz solculuktu, ne sağcılığımız
Karanlık bir kapı olup üstümüze kapandılar
Kimse bizi sevmedi
ağır kan kaybıyız
atilla ilhan an gelir
An gelir
paldır küldür yıkılır bulutlar
gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
o eski heyecan ölür
an gelir biter muhabbet
çalgılar susar heves kalmaz
şatârâbân ölür.
Şarabın gazabından kork
çünkü fena kırmızıdır
kan tutar / tutan ölür
sokaklar kuşatılmış
karakollar taranır
yağmurda bir militan ölü.
An gelir
ömrünün hırsızıdır
her ölen pişman ölür
hep yanlış anlaşılmıştır
hayalleri yasaklanmış
an gelir şimşek yalar
masmavi dehşetiyle siyaset meydanını
direkler çatırdar yalnızlıktan
sehpada pir sultan ölür.
Son umut kırılmıştır
Kaf dağı'nın ardındaki
ne selam artık ne sabah
kimseler bilmez nerdeler
namlı masal sevdalıları
evvel zaman içinde
kalbur saman ölür
kubbelerde uğuldar bâkî
çeşmelerden akar Sinan
an gelir
-lâ ilâhe illallah-
kanunî Süleyman ölür.
Görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatli bir bombadır patlar
an gelir
Attilâ ilhan ölür.
atilla ilhan ayrılık sevdaya dahil
AYRILIK SEVDAYA DAHIL
Acilmis sarmasik gulleri kokulariyla baygin
En gorkemli saatinde yildiz alacasinin
Gizli bir yilan gibi yuvarlanmis icimde kader
Uzak bir telefonda aglayan yagmurlu genc kadin
Ruzgar uzak karanliklara surmus yildizlari
Mor kivilcimlar geciyor daginik yalnizligimdan
Onu cok ariyorum onu cok ariyorum
Heryerimde vucudumun agir yanik sizilari
Bir yerlere yildirim dusuyorum
Ayriligimizi hisettigim an demirler eriyor hirsimdan
Ay isigina batmis karabiber agaclari gumus tozu
Gecenin irmaginda yuzuyor zambaklar yaseminler unutulmus
Tedirgin gulumser
Cunku ayrilik da sevdaya dahil cunku ayrilanlar hala sevgili
Hic bir ani tek basina yasayamazlar
Her an otekisiyle birlikte hersey onunla ilgili
Telasli karanlikta yumusak yarasalar
Gittikce genisliyen yakilmis ot kokusu
Yildizlar inanilmiyacak bir irilikte
Yansimalar tutmus butun sahili
Cunku ayrilmanin da vahsi bir tadi var
Oyle vahsi bir tad ki dayanilir gibi degil
Cunku ayriliklar da sevdaya dahil
Cunku ayrilanlar hala sevgili
Yanlizlik hizla alcalan bulutlar karanlik bir agirlik
Hava agir toprak agir yaprak agir
Su tozlari yagiyor ustumuze
Ozgurlugumuz yoksa yalnizligimiz midir
Eflatuna calar puslu lacivert bir sis kusatti ormani
Karanlik coktu denize
Yanlizlik cakmak tasi gibi sert elmas gibi keskin
Ne yanina donsen bir yerin kesilir fena kan kaybedersin
Kapini bir calan olmadi mi hele elini bir tutan
Bilekleri bembeyaz kugu boynu parmaklari uzun ve ince
Simsicak bakislari suc ortagi kacamak gulusleri gizlice
Yalnizlarin en buyuk sorunu tek basina ozgurluk ne ise yarayacak
Bir turlu cozemedikleri bu olu bir gezegenin soguk tenhaligina Benzemesin diye ozgurluk mutlaka paylasilacak suc ortagi bir sevgiliyle
Sanmistik ki ikimiz yeryuzunde ancak birbirimiz icin variz
Ikimiz sanmistik ki tek kisilik bir yalnizliga bile rahatca sigariz
Hic yanilmamisiz her an dusup dusup kristal bir bardak gibi
Tuz parca kirilsak da hala icimizde o yanardag agzi
Hala kipkizil gulumseyen sanki atesten bir tebessum zehir zemberek
atilla ilhan aysel git başımdan
aysel git başımdan ben sana göre değilim
ölümüm birden olacak seziyorum
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
aysel git başımdan istemiyorum
benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün
dağıtır gecelerim sarışınlığını
uykularımı uyusan nasıl korkarsın
hiçbir dakikamı yaşayamazsın
aysel git başımdan ben sana göre değilim
benim için kirletme aydınlığını
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Islığımı denesen hemen düşürürsün
gözlerim hızlandırır tenhalığını
yanlış şehirlere götürür trenlerim
ya ölmek ustalığını kazanırsın
ya korku biriktirmek yetisini
acılarım iyice bol gelir sana
sevincim bir türlü tutmaz sevincini
aysel git başımdan ben sana göre değilim
ümitsizliğimi olsun anlasana
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
sevindiğim anda sen üzülürsün
sonbahar uğultusu duymamışsın ki
içinden bir gemi kalkıp gitmemiş
uzak yalnızlık limanlarına
aykırı bir yolcuyum dünya geniş
büyük bir kulak çınlıyor içimdeki
çetrefil yolculuğum kesinleşmiş
sakın başka bir şey getirme aklına
aysel git başımdan ben sana göre değilim
ölümüm birden olacak seziyorum
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
aysel git başımdan seni seviyorum
atilla ilhan ben artık küsüm
Beni de kırdılar içimde kırdılar
karanlık camlardan sular akıyordu
şimşekli bir boşlukta saat vurdu
beni de kırdılar belki yalnızdılar
belki onların da çocukluğu yoktu
bütün şarkılara kapalıydılar
bir genç kız değmemişti saçlarına.
Beni de kırdılar ben artık küsüm
yağmurları yağmıyor ağaçlarıma
sularından içmiyorum susadım ama
beni de kırdılar soğuk bir ölüm
çevik bir bıçak gibi çakıldı aklıma
oysa bir şarkıyım yeniden doğan günüm
bütün şarkılara kapalıydılar.
atilla ilhan ben sana mecburum
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum, sen yoksun!
Sevmek kimi zaman rezilce korkudur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatihte yoksul bir gramafon çalıyor
Eski zamanlarda bir Cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum, sen yoksun!
Belki Haziranda mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışşın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor.
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin...
atilla ilhan bence malumdur
dikenin kalbime battigi bir sonbahar gunudur
senelini bulutlarin icinde gezdirirsin
bulutlar senin gozlerinin ustunde yururler
icini kurtlar kemirir bence malumdur
bugulanmis camlarin arkasinda masmavi yuzun
senin atesler icinde oldugun bence malumdur
ellerin muhakkak cocuk elleridir
hep kimsenin bilmedigi turkuler dusunursun
onlar neden daima okul turkuleridir
suleymanciktan bahseder kara toprakta acik
yesil bir yildiz gibi akip giden suleymanciktan
ve karinca yuvalarindan bahseder
isiksiz komursuz karinca yuvalarindan
gokyuzunde kizil bir hilalin kaydigini gorursun
sen ansizin gokyuzunde gorunursun gozlerinin rengi
bence malumdur
elinde degildir aksam serinliginde usursun
eylul'den itibaren geceler hazindir uzundur
sokaklar yorulur uykuya varip gelirler
sokaklarin ustune bulutlar gelirler
bulutlarin ustune yildizlarin gozleri gelir
bir yildiz bir yildizin ardinca gider
yildizlarin kaybolduklari yer
bence malumdur
karanlikta bir seyler kopar dagilir
uzaktan yabanci sesler duyulur
sen elini bulutlarin icnde gezdirirsin
elin hayalerimi dagitir
bilirsin sen elini bulutlarin icinde gezdirirsin
atilla ilhan beni ararsan
Bir gün hatırlayıpta beni ararsan
Susuz bıraktığın çöllerdeyim ben
Aklına gelirde eve uğrarsan
Bilki artık yokum,ellerdeyim ben...
Pencere önünde gözyaşı yuttum
Gönlümü hep geli diye avuttum
Acıyla öfkeyle sımsıkı tuttum
Koparıp yırttığım tüllerdeyim ben...
Gündüz güneşimdin geceler ayım
Şimdi kapkaranlık bir kuyudayım
Yokmuş zere kadar kalbinde payım
Bilmezsin ne hazin halerdeyim ben
Kapanmaz bilirim aşk yaraları
Bıraktım sana tüm hatıraları
Paket paket içtim sigaraları
Etrafa savrulmuş küllerdeyim ben...
Çok geç anladımki her şey bir yalan
Mutlu bir kaç gündü geride kalan
Sana getirmiştim bakta oyalan
Vazodaki solmuş güllerdeyim ben
atilla ilhan böyle bir sevmek
Ne kadınlar sevdim zaten yoktular
yağmur giyerlerdi sonbaharla bir
azıcık okşasam sanki çocuktular
bıraksam korkudan gözleri sislenir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir.
Hayır sanmayın ki beni unuttular
hala arasıra mektupları gelir
gerçek değildiler birer umuttular
eski bir şarkğ belki bir şiir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir.
Yalnızlıklarımda elimden tuttular
uzak fısıltıları içimi ürpertir
sanki gökyüzünde bir buluttular
nereye kayboldular şimdi kimbilir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir elde var hüzün
söyleşir
evvelce biz bu tenhalarda
ziyade gülüşürdük
pır pır yaldızlanırdı kanatları kahkaha kuşlarının
ne meseller söylerdi mercan köz nargileler
zamanlar değişti
ayrılık girdi araya
hicrana düştük bugün
ah nerde gençliğimiz
sahilde savruluşları başıboş dalgaların
yeri göğü çınlatan tumturaklı gazeller
elde var hüzün
o şehrâyin fakat çıkar mı akıldan
çarkıfeleklerin renk renk geceye dağılması
sırılsıklam âşık incesaz
kadehlerin mehtaba kaldırılması
adeta düğün
hayat zamanda iz bırakmaz
bir boşluğa düşersin bir boşluktan
birikip yeniden sıçramak için
elde var hüzün
atilla ilhan geç kalmış ölü
Korkacak bir şey yok hesap tamam
Sıram geldi mi hatta güleceğim
Kendimi hazırladım biliyorum
Önce Turgut arkasından Ömer haybo
Daha sonra varujan sonra nureddin
Sonra ben değilsem demokrat toni
Sonra o değilse mutlaka benim
Kendimi hazırladım biliyorum
Aysel'in gölgesine saklandım
Hep susamışım su içiyorum.
atilla ilhan güz söylenceleri
Nedir bu yüzyıldır karanlık bakışlarını görürüm ayin
başımı çevirip duyarım kokusunu bir güz günü korkulu
sabahın serinliğini taşır derin duyguların
pınar tadında duru çimen kokan
yaşlı ağaçlarda salınır gizemli ışınları Omega'nin
Nedir bu onulmaz bir yara gibi yüzün
bırakırım artık ne olursa olsun
köprülerin orada çökmüş toprak mi
yoksa yiten deniz mi içimizde uğuldayan
ağzın mayıs ağzı
Kuskundur gövden, ama
bir zamanlar gülde gözükmüştü tanrı
nice güller böyle gövdenden yaprak dökerken
Nedir bu kuskun kısır toprak
üstünde bin bir dansı onaylamayan rüzgar
uçup giden yaz içindir
dokunmayın ayin tenine
yanar parmak uçlarınız, teniniz sonra
nedir bu yüzün uzak yasam taraçalarında
atilla ilhan iki yüzlü melekler
Sayende sayeban olduk İstanbul şehri
sayende sebil olduk aç kaldık sefil olduk
yıldızlar dem çekti güvercinler gibi başucumuzda
ve yaktı perişan eyledi sine-i sad-paremizi
saplanıp hançer misali bir hilal
sokaklar serseri biz serseri
yüksek kaldırım’da.
Bir Cezayir şarkısını dile getirdi plaklar
cadde-i kebir: bütün ışıklarını yakmış bir gemidir
sinemalar nerdeyse boşalacaklar.
Vay anam vay
sen ne dersin İstanbul
sen garip bir şair olsan söyle ne halt edersin
kimin gücü yeterse kahretsin pazarlığı
sefalet akıyor gürül gürül sokaklardan
yol üstünde bir şehvet çarşısı tıklım tıklım
yol üstünde sevda pazarlığı aşk pazarlığı
kurtulmadık gitti bu denlü kepaze hayattan.
Hep böyle gecelerin koynunda yaşadık
geceler serseri biz serseri.
Karakoldaki aynada safran gibi kirli yüzümüz
gözlerimiz hasta gözleri ellerimiz hasta elleri
kırılmış kavala dönmüşüz.
Sen söyle serseriler kıralı İstanbul
sen söyle iki gözüm
hangi merhem çaredir şu bizim yaramıza
yel üfürdü su götürdü gençliğimizi
elimiz boşa geldi meydanlarda kaldık
meydanlar serseri biz serseri
sağımız sefalet solumuz ölüm
işte geldik gidiyoruz
kahrolasın
kahrolasın İstanbul şehri.
atilla ilhan istanbul ağrısı
kanatları parça parça bu ağustos geceleri
yıldızlar kaynarken
şangır sungur ayaklarımın dibine dökülen
sen
eğer yine İstanbul'san
yine kan kopuklu cehennem sarmaşıkları büyüteceğim
pancak pancak şiirler tüküreceğim
demek yine ben
limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor
kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler
Yahudi sokaklarını aydınlatan telaviv şarkıları
mavi asfaltlara çokmuş
diz bağlıyor
eğer sen yine İstanbul'san
kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan
Sirkeci Garı'nda tren çığlıklarıyla bıçaklanıp
intihar dumanları içindeki Haydarpaşa'dan
Anadolu üstlerine bakıp bakıp
ağlayan
sen eğer yine İstanbul'san
aldanmıyorsam
yakaları karanfilli ibneler eğer beni aldatmıyorsa
kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
yine senin emrindeyim
utanmasam
gözlerimi damla damla kadehime damlatarak
kendimi yani su bildiğim Atilla ilhan'ı
zehirleyebilirim
sonbahar karanlıkları tuttu tutacak
tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor
imtihan çığlıkları yükseliyor üniversite'den
tophane iskelesi'nde diesel kamyonları sarhoş
direksiyonlarının koynuna girmiş biçkin şoförler
uykusuz dalgalanıyor
ulan İstanbul sen misin
senin ellerin mi bu eller
ulan bu gemiler senin gemilerin mi
minarelerini kurdan gibi dişlerinin arasında
liman liman götüren
ulan bu mazot tüküren bu dövmeli gemiler senin mi
aksamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar
neden durmaksızın imdat kıvılcımları fışkırıyor
antenlerinden
neden
peki İstanbul ya ben
ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy
gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu Abbas
ya benim kahrım
ya senin ağrın
ağır kabaralarınla uykularımı ezerek deliksiz yaşattığın
çaresiz zehirle kusan çılgın bir yılan gibi
burgu burgu içime boşalttığın
o senin ağrın
o senin
eğer sen yine İstanbul'san
yanılmıyorsam
koltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim
Sicilyalı balıkçılara Marsilyalı dok isçilerine
satir satir okumak istediğim
sen
eğer yine İstanbul'san
eğer senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim
ulan yine sen kazandın İstanbul
sen kazandın ben yenildim
kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
yine emrindeyim
ölsem yalnız kalsam cüzdanım kaybolsa
parasız kalsam tenhalarda kalsam çarpılsam
hiç bir gün hiçbir postacı kapımı çalmasa
yanılmıyorsam
sen eğer yine İstanbul'san
senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar
göz bebeklerimde gezegenler gibi donen yalnızlığımdan
bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir
ulan bunu sen de bilirsin İstanbul
kaç kere yazdım kim bilir
kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken
1949 eylul'unde birader mirc ve ben
sokaklarında mohikanlar gibi ateş yaktık
sana taptık ulan
unuttun mu
sana taptık
atilla ilhan sana ne yaptılar
sabah mı çıkmıştın, bir gün önce mi
Bir bıçağın ağzında yürür gibiydin
Demirlerin soğukluğu soluk dudaklarında
Gözlerinde karanlığı dar hücrelerin
Seni görür görmez özgürlüğümden utandım
Söyle ne içersin, çay mı kahve mi
Çok değişmişsin birden tanıyamadım.
Saçların uzundu, omuzlarına akardı
Gönlümüz şenlenirdi sarışınlığından
Onlar mı kestiler, sen mi kısalttın
Gülerdin, içimize aylar doğardı
Görünmez dağların arkasından
Eski gülümsemeni beyhude aradım
O sabah mı çıkmıştın bir gün önce mi
Çok değişmişsin birden tanıyamadım.
Bir çay içer misin, yoksa kahve mi
Kibritim yok, demek cigaraya başladın
Ellerin de titriyor, bir şeyin mi var
Böyle bir kız değildin sen eskiden
Sana ne yaptılar, sana ne yaptılar?
Kirpiklerin ıslanıyor durup dururken
O sabah mı çıkmıştın, bir gün önce mi
Çok değişmişsin birden tanıyamadım.
atilla ilhan sisler bulvarı
elinin arkasında güneş duruyordu
aylardan kasımdı üşüyorduk
ağacın biri bulvarda ölüyordu
şehrin camları kaygısız gülüyordu
her köşe başında öpüşüyorduk
sisler bulvarı'na akşam çökmüştü
omuzlarımıza çoktan çökmüştü
kesik birer kol gibi yalnızdık
dağlarda ateşler yanmıyordu
deniz fenerleri sönmüştü
birbirimizin gözlerini arıyorduk
sisler bulvarı'nda seni kaybettim
sokak lambaları öksürüyordu
yukarda bulutlar yürüyordu
terkedilmiş bir çocuk gibiydim
dokunsanız ağlayacaktım
yenikapı'da bir tren vardı
sisler bulvarı'nda öleceğim
sol kasığımdan vuracaklar
bulvar durağında düşeceğim
gözlüklerim kırılacaklar
sen rüyasını göreceksin
çığlık çığlığa uyanacaksın
sabah kapını çalacaklar
elinden tutup getirecekler
beni görünce taş kesileceksin
ağlamayacaksın! ağlamayacaksın!
sisler bulvarı'ndan geçtim sırsıklamdı
..........
.......... yağmur kaçağı
elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
geceleri bir çarpıntı duyarsan
telâş telâş yağmurdan kaçıyorum
Sarayburnu'ndan geçiyorum
akşamsa eylül'se ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
atilla ilhan     
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
TAKVİM.. |
|
|
|
|
|
| | |